Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu ‘Yas-Uzun Bir Veda’ adlı kitabında “Yas kaybettiğimiz sevdiklerimize bir yer açmaktır; onları içimize sığdırmak için kendimizi büyütmektir” diyor. Günlerdir tanık oluyoruz, depremde ailelerini, yakınlarını kaybedenler hiç dinmeyecek gibi görünen büyük bir acı içinde. Sadece kayıplarının değil; bildikleri, alıştıkları dünyayı kaybetmenin de yasını tutuyorlar. Bu zor yas sürecini aile ve yas danışmanı Prof. Dr. Hablemitoğlu ve uzman psikolog Zeynep Selvili ile konuştuk…
‘İlgimizi, şefkatimizi esirgemeyelim’
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, aile ve yas danışmanı
◊ Büyük bir afet yaşadık. İnsanlar ailelerini ve yakınlarını kaybetti. Geride kalanlar büyük bir acı içinde. Öncelikle
yas nedir, bize açıklar mısınız?
Yas ölümle ilgili olsun olmasın bir kaybın neden olduğu duygusal, düşünsel, sosyal, davranışsal, fiziksel hatta ekonomik boyutları olan bir değişimle uzlaşma çabamızdır. Kayıpla birlikte ortaya çıkan, kişiye özgü duygusal acıdır. Ben kısaca ‘gönül yarasıdır’ derim hep…
class=”medyanet-inline-adv”>
◊ Depremde insanlar sadece sevdikleri insanları değil; evlerini, anılarla yüklü eşyasını kaybetti. Oysaki bir fotoğraf, sevdiğinin kokusunu duyabileceği bir giysi geride kalan için önemlidir, değil mi?
Sevdiklerimizi kaybettiğimizde hissettiğimiz ikinci bir kalp kırıklığı da ona ait eşyaları ilerleyen zamanda ayırmak, düzenlemek ve bazılarını elden çıkarmak
ya da muhafaza etmektir. Ancak deprem gibi bir afetin ardından sevdiklerimizden geriye tek bir eşyasının bile kalmayışı hiç yaşanmamışlık ya da geçmişin silinmesi gibi sembolik kaybı da beraberinde getirir. Bu durum acıyı arttırıp yası derinleştirir.
◊ Neyin yasını tutarız? Kaybettiğimiz sevdiklerimizin mi, yoksa onunla artık yaşayamayacaklarımızın mı?
Birini kaybettiğimizde sadece onu kaybettiğimiz için üzülüp yas tutmayız. Onunla olan ilişkimizi, onunla yaşarken yaşamın içinde üstlendiğimiz rollerimizi, birlikte inşa ettiğimiz kimliğimizi, gelecek planlarımızı, hayallerimizi, hayatımızın ana karakterlerinin etrafında şekillenen her şeyi kaybederiz. Bildiğimiz, alıştığımız dünyayı kaybetmenin yasını da tutarız.
class=”medyanet-inline-adv”>
◊ ‘Yas sürecini sağlıklı geçirmek’ cümlesini sıklıkla duyuyoruz. Nedir anlatılmak istenen?
Bu benim benimsemediğim ve kullanmaktan imtina ettiğim bir cümle. Yas sürecini sağlıklı geçirmek dediğimizde, hastalık olmadığını söylediğimiz yasın, dolaylı olarak hastalanmadan geçmesi gereken bir süreç olduğuna dair atıf yapıyoruz. Ben bunun yerine yasın ‘kişinin otantikliği’ne saygı duyularak ve korunarak sürdürülen bir deneyim olması gerektiğini savunuyorum. Hayatta hiç kimse üzülmeyi sevmez, üzülmeye kimse istekli olmaz. Geçip giden hayatımızı, kaybettiğimiz sevdiklerimizi, arkadaşlarımızla ve sevdiklerimizle yaşadığımız anıları düşünmek acı verici bir şey. Yasın otantikliği de buradan geliyor; toplumsal normların belirlediği gibi değil, kendimiz gibi yaşamak ve bize ait bir yas tutmak. Yasın otantikliği insanın yasında özgür olmasıdır.
class=”medyanet-inline-adv”>
◊ Bu güçlü duyguyu kişi tek başına mı yaşamalı, yardım mı almalı?
Yas yalnızlıkla çok el eledir. Yalnız yaşanan, ancak yalnız olmamamız gereken bir deneyimdir bu. Çünkü tek başına kalmak izole olmaya, sosyal çekilmeye neden olabilir. Kayıp yaşayan yakınlarımızdan desteğimizi, ilgimizi, şefkatimizi, dostluğumuzu esirgemeyelim. Talep etmeseler de sıkıştırmadan onları düşündüğümüzü
ve ilgilendiğimizi göstermek çok kıymetlidir. Bu şekilde verilen bir destek hayatı kolaylaştıran, empatiye dayalı bir ‘yasa eşlik etme’dir.
◊ Yas belli bir zaman diliminde mi yaşanır, yoksa geride kalanların ömrü boyunca devam eder mi?
Yas başlayıp bitmez, değişerek, dönüşerek devam eder. Yası yaşamımıza entegre ederiz. Üzüntüyle bütünleşik bir yaşam sürdürmeyi, acıyı taşımayı öğreniriz. Ama süre değişkendir; aylarla, yıllarla açıklayamayız.
class=”medyanet-inline-adv”>
‘Ağlarken bir anda oyun oynamaya geçebilir’
◊ Depremde birçok çocuk anne ve babasız kaldı, kardeşlerini yitirdi. Çocuklar yas tutar mı?
Çocukların standart kalıplar içinde yas tuttuklarını söyleyemeyiz. Bazıları ağlarken bir anda oyun oynamaya geçebilir. Sessizleşebilirler, öfkeli ya da çok hareketli olabilirler. Değişken ruh halleri, üzgün olmadıkları ya da yas tutmayı bıraktıkları anlamına gelmez. Çocuklar yetişkinlerden farklı şekilde acıyı işler.
Oyun oynamak, çocuğa acıyla başa çıkmada önemli savunma sağlar. Bazen çocuklar kayıptan söz etmezler ya da kaybettikleri kişi yaşıyormuş gibi davranırlar. Yas tutan çocuklar ve gençler ilgiye, güvene ve desteğe ihtiyaç duyar.
class=”medyanet-inline-adv”>
‘Ritüeller ölümle yüzleşmemize yardımcı olur’
Zeynep Selvili, uzman psikolog
◊ Babam iki yıl önce, 91 yaşında, kanser hastalığı sonucu öldü. Son 11 ayında yanındaydım, insan kendini bilmediği bir şeye hazırlayamaz elbette fakat babamın ölümü bir sürpriz olmadı. Usule uygun şekilde cenazesi yapıldı, defnettik, duamızı okuduk. Şimdi bir benim sürecimi düşünün, bir de kimliği belirlenemeden defnedilen bir babanın kızını. Niyetim acı kıyaslaması yapmak değil, neticede ateş düştüğü yeri yakıyor ama travmatik olmayan kayıplarla travmatik olanlar arasında farklar var.
◊ Cenaze töreni gibi ritüeller, ölüm gerçeğiyle yüzleşmemize ve bu gerçeği hayatımıza dahil etmemize yardımcı olurlar. Binlerce insanın böyle bir şansı olmadı. Kayıp çok fazla insan var. Bu insanlar kelimenin tam manasıyla kayıp mı oldular, yoksa öldüler mi? Ben bile babam sanki uzak bir yere gitmiş de geri dönecekmiş gibi hissediyorsam, bu ihtimalin milyonda bir gerçek olabilmesiyle yaşamanın zorluğunu tahmin bile edemiyorum.
◊ Yakından bakarsak her kayıp çok katmanlıdır. Ana kayıpla birlikte pek çok ikincil kayıp da vardır. Bu depremde insanlar sadece sevdiklerini değil; evlerini, eşyalarını, işlerini, aidiyet bağı kurdukları şehirlerini kaybettiler. Bu deprem aynı zamanda insanların hayata ve işleyişine dair inançlarını da yerinden etti. Aidiyet, güven, kontrol duygularını sarstı. Bunların hepsi travma ve yasın ortak alanları.
◊ Nasıl ki bir kemiğiniz kırıldığında ne kadar iyi kaynarsa kaynasın, yıllar sonra bile çekilen bir röntgenle nereden kırıldığı anlaşılır, yas da böyledir, kişiyi sonsuza dek değiştirir. Yasın, geçen, tamamlanan veya biten bir yapısı yoktur.
◊ Yas sürecindeki kişilerle yürütülen araştırmalar bize şunu söylüyor: Bazılarımız kayıp karşısında dayanıklıdır, yani yas tepkileri hiçbir zaman şiddetli olmaz. Bazılarımızın kaybın hemen ardından şiddetli belirtileri olur, zamanla bu belirtiler azalıp yatışır. Bazılarımızın yası da kronikleşir. Şaşırtıcı belki fakat pek çoğumuz kayıplarımızın ardından dayanıklılık gösteren gruptayız ve hiçbir müdahaleye ihtiyaç duymadan hayatlarımıza devam edebiliyoruz.
◊ Yas sürecinin beş aşamasından bahsedilir: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul. Aşama kelimesinin kullanımı nedeniyle, sanki bunlar birbirini doğrusal şekilde takip eder, bir aşama tamamlanınca diğerine geçilir ve sonunda da süreç biter gibi anlaşılabilir. Ama durum böyle değildir. Bu beşini aşama yerine ‘yas sürecinde en sık karşılaşılan tepkiler’ şeklinde yeniden çerçevelersek daha çok kişide karşılık bulacaktır. Fakat bu beşi, kesinlikle listenin tamamı değildir.
◊ Yas daha çok kapkaranlık bir süreç olarak resmediliyor. Belki bu bağlamda düşünmek imkânsız, ben de çekinerek dile getireceğim fakat yine de değinmek istiyorum: Yas sürecinde, olumlu sayabileceğimiz pek çok belirti de görebiliyoruz. Örneğin; şefkat, empati, yardımseverlik gibi becerilerin gelişmesi, kişinin kendini daha güçlü ve özgüvenli hissetmeye başlaması, yaşanan anın değerini anlama, başkalarına karşı yakınlık hissinin artması, geride kalanlarla olumlu anlamda daha farklı ilişkiler kurma. Akut dönemde değilse bile uzun vadede bu deneyimlerin de yasa dair olduğunu bilmek, başka sebeplerden yaşadıkları kayıp sonrasında bu şekilde hissedenlere yaşadıklarının normal olduğunu hissettirir belki.
ALINTI KAYNAK: https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-pazar/yas-baslayip-bitmez-donuserek-devam-eder-42221818